17 Şubat 2013 Pazar

Bir çöp yeri olarak; insan aklı..


Sevgililer Günü için, insanlığın avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik düzene, tarım toplumuna geçişi, paranın Lidyalılar tarafından bulunması, Pagan geleneklerinin tek Tanrı inancını yaymak için nasıl kullanıldığı, Aziz Valentine’in kim olduğu, oradan Kapitalizm’in kısa  tarihçesi, insanlığın kendi zafiyetlerini kullanarak, yaşamlarını yarattıkları yapay maddi hiyerarşik düzende, üst sıralarda sürdürmek isterken hangi uydurma değerleri yarattığı, insanlığın teknolojik olarak ilerlerken ortalama aklının nasıl bu kadar kolay tuzaklara düşebildiği, yalnızlaşmanın sonuçlarının gelecekte tahminimizden de ağır olacağı, sevginin, aşkın genetik devamlılığı sağlamak için bize verilen ‘default’ yaradılış programlarından birisi olabileceği, evrimleşmenin bana göre bize verilen duyguları tam olarak yönetebildiğimizde gerçekleşebileceği, duygularımızı yönetebildiğimizde sürpriz hiçbir şeye yer kalmayacağı, insanların sürprizsiz bir hayatta kendilerine hangi aptal teknolojik hazlar yaratmaya çalışabileceği, neden kapitalizmin tuzaklarına kadınların daha çok düştüğü, kadınların dertlerinin tam olarak ne olduğunu bir kadın olarak anlayamadan bu yaşamı tamamlayacağımı tahmin ettiğimi, gerçek huzurun ancak medya pompalamalarından uzakta bulunabileceğini, mutluluk denen şeyin peşinde neden koştuğumuzu, doğada bizden daha enayi bir canlı olduğunu zannetmediğimi, bütün bu aptallıkların içinde göktaşı sağanağı altında günler geçirdiğimizi ve bunun ‘sevgili günü’ denen anormallikten daha az gündem oluşturduğunu, bu gezegende ne yaparsak yapalım asla gerçek bir evren algısı oluşturamadığımızı gördükçe türümden uzaklaştığımı, ama ne mutlu ki sosyal medya denen yerde benim gibi düşünen ya da en azından beni gayet iyi anlayan birkaç ‘hemfrekans’ (bu kelimeyi şimdi buldum, sevdim) tanıdığım için mutlu olduğumu yazmaya başlamıştım… Ama Kimse o yazıyı okumayacaktı. Bunu da ‘belki’ okuyacaklar..

 

Çok banal bir konu seçmişim bu hafta için…Kusura bakmayın L Aziz Valentine’ın günü umurumda bile değil…Umurumda olan tek şey evrenin satır aralarını okumaya çalışan insanların yarattıkları…

@serapisi

3 Şubat 2013 Pazar

Sizi terk eden eski ve kaba bir dost gibidir zaman…

(“Time’s so unkind, like an old friend leaves you behind…” Keane-He used to be a lovely boy)
 
"Bernie: Zaman serseridir değil mi? O serserinin seni itip kakmasına izin mi vereceksin? Scotty başını iki yana salladı: “Serseri kazandı”…”  Scotty zamana yenilmiş bir müzisyendi okuduğum kitapta…Serseri her zaman kazanıyor bu gezegende.
 
Zaman bizi başlatan, hızlandıran, yavaşlatan ve bitiren.. Bizim serseri çizgisel zamanımız.. Ya evrende? Orada da mı serseri kazanıyor? Yoksa o serseriyi ciddiye alan sadece biz miyiz?
İlk öğrendiğimde; “4. Boyut zamandır” diye bilmiş bilmiş konuşurken, ilk üç boyut kafamda netti, ama 4. Boyut, yani 'zaman’ı x, y ve z düzlemi gibi bir yere yerleştiremiyordum aslında ve hala da öyle...
 
Kendi bedenimize ve etrafımızdaki canlılara bakınca, başlangıçtan sona gidiyor gibi görünen zaman, evrensel düzen içinde sondan başa gidiyorsa?
Bir ‘bütün’ olan evrenin, patlamayla birlikte parçalanan ve genişleyen yapısında, her parça kendi hikayesinin sonuna kadar gidip, tekrar ‘bütün’e, yani başa dönüyorsa?
Ya da bir ‘son’ veya bir ‘başlangıç’ bu hikayenin hiçbir yerinde yoksa?
Döngüsel bir düzende başlangıç veya son olamayacağı gibi...Kozmolojide 3. Olasılık olarak   bahsediliyor bu döngüsel düzenden. Nedense ben de kendime en yakın bu olasılığı tutuyorum. Başa dönmek, her şeyin bitmesi fikrinin ideal bir panzehiri olduğu için olabilir..
 
Sorular,sorular, tahminler.. Belki de cevap çok basit…
 
“Time is just one damn thing after another” Anonim
 
Milyonlarca ışık yılı uzakta patlayan bir yıldızın görüntüsü bize ulaştığında, o görüntünün milyonlarca yıl boyunca uzayda yolculuk ettiğini biliriz. Bu gördüklerimiz, bizi geçtikten sonra yolculuğuna devam edecek ve başka dünyalardaki gözlerin önünden de geçecek ve bu yolculuk evrenin bir sonu varsa ancak orada bitecek..
Bu durumda bir ‘yokoluş’tan söz etmek mümkün müdür?
 
Zaman belki de insanların kafasında yarattığı psikolojik bir sınırdan başka bir şey değildir…Beynimiz belki bu kadar soyut bir kavramı algılayacak kadar gelişmediği için, çaresizce onu çerçeve içine alma eğilimindedir…
 
“Fiziksel hiçbir obje ışık hızını geçemez” Albert Einstein
 
O zaman ‘fiziksel olmayan’ bir objeyi, haberci güvercin gibi bedenimizden çıkartıp uzaya fırlatmamız gerekiyor..Bunu başarırsak zamana meydan okuyacak bir parçamız olur. Belki de düşünmeyi öğrendiğimizden beri bunu yapıyoruz farkında olmadan.
 
“Geçmiş, bugün ve geleceğin karşımda aynı anda varoluşunu görüyorum” - şair William Blake (d.28 Kasım 1757),
“Geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki ayrım sadece bir illüzyondur, inatçı bile olsa” -  Albert Einstein (d.14 Mart 1879)…
“Ve son ve başlangıç her zaman oradaydılar, başlangıçtan önce ve bitişten sonra. Hepsi her zaman şimdidir” T.S. Eliot (d. 26 Eylül 1888)
Algıdaki bu ortaklık…
 * 
Belki biz zamana, binlerce yıl insanın suya veya güneşe, onunla ne yapılacağını bilmeden baktığı gibi bakıyoruz. Önümüzden akıp gidiyor ve biz ondan yaşam enerjisi üretemiyoruz..
Zaman durdurulabilse belki, belki biriktirilse…Büyük tecrübelerin kesilmeden birikimi insanlığın gelişim hızını kat kat artırmaz mıydı? Sanatın gelebileceği nokta, Leonardo Da Vinci birikmiş zamanlar sayesinde hala yaşasaydı…
 
Bir gün iyi ile kötüyü ayırabilirse insanoğlu, zamanı biriktirmeyi ondan hemen sonra öğrenir umarım.
 
Belki de zaman sadece, içimizde duygu üreten bir rüzgardır. Duygular zamana, düşünceler ise hıza aittir…
 
@serapisi

Zamanin ruhu

Bir pelerin altinda sisli bir siluet,
Cok uzaklardan gelmis, gitmeye de niyeti yok.
Vakurla suzulup bos birakilan koridorlarinda aklin,
Birseyler fisildamis ruhunuzun kulagina sakin sakin.

Zamanin ruhu, hani o akla gelen 68 ruhu gibi,
Insan kiligina girip,
Ucarak gelmis otelerden,konmus dunyanin uzerine.
Belli, bir gorevle gonderilmis.
Elinde de tilsimli bir degnek...
Degdigi herkesi buyuleyip,inandirmis kendisine.
Sonra ona sadik dostlarinin aynalarindan
Tek tek seyretmis kendi aksini.

Kralligini kurup zihinlerde,surmus sefasini, hukmunu.
Insanlarin ustundeki buyusu kaybolmadan da
Pelerini soyle bir savurup, geldigi gibi ucup gitmis otelere
Zamanin ruhu dedikleri...

Daglarkizi...




2 Şubat 2013 Cumartesi

Sonsuzlayalım Zamanı



Annesi eve çağırınca “biraz daha” diye yalvaran çocuklar gibiyiz zaman karşısında. Biraz daha sürsün oyun. Geciktirelim gecenin gelişini. Gece yavaş yavaş geliyor oysa

 İniyor. Çukur yerlere dolmağa başladı bile. Oraları doldurup ovaya yayılmağa başlar başlamaz, her yer boza dönüşecek. Işıklar yanmayacak bir süre. Ne çukurda, ne düzde. Tepelerin aydınlığı, bir süre, yeter gibi görünecek herkese. Sonra tepeler de karanlıkta kalacak. Gece gelecek, önce çukurları dolduracak, sonra bağırsaklarımızdan gözlerimize yükselecek. 

İstemesek de eve döneceğiz.

Zamanla tüm taşlar oturur yerine. Su topraktan süzülüp arınır, üzüm şarap olur, tohum üçyüz yıl sonra bile çatlar. Zamanla anlar insan ne istemediğini. Oyunun şifrelerini çözer bir bir, kurallarını yazmaya başlar. Zamanla su akar, yatağındaki suyu bulur.

Zaman devinimdir. Dünya, güneş, gezegenler deviniyor, tamam da ya boşluğun kendisi? Kara delik, ışığı bile yalayıp yutan uzay boşluğu: 8100 ışık yılı uzakta, 5 milyar yaşındaki Cyngus X-1 ile bir yıldızın aşkı dillere destan. Birbirlerinin etrafında dönüp duruyorlar. Kara delik yıldızdan gaz çekiyor. Isınan gaz ışıl ışıl yanıyor.


http://www.nasa.gov/images/content/604631main_cygnusx1_665.jpg




 

“Time is very slow for those who wait
Very fast for those who are scared
very long for those who lament
Very short for those who celebrate
But for those who love time is eternal” 

(Henry Van Dyke)

 

Bekleyenlere yavaş,  korkanlara hızlı, yas tutanlara uzun, kutlama yapanlara kısa gelir zaman, ama sevenlere göre sonsuzdur o.

@dagkedisi