27 Ocak 2013 Pazar

Öyle bir geçer zaman ki...


Suçu hep zamana attik.
Az falan degildi halbuki; sadece neyle ölçtügümüze bagliydi zaman.
Sene? Gün? Saat? Ya da Saniye?
Çoktu aslinda bölsek O’nu…
Biz nasil dolduracagimizi bilmiyorduk belki de içini.
Bitmis bir satranç oyununda inat etip, geri çekilmeyip, bekleyerek tüketiyorduk O’nu.
Zaman akiyordu...
Direndigimiz için mi bu kadar yoruluyorduk bilmiyorum.
Ama yoruyordu.
Einstein’in dedigi gibi belki zaman falan da yoktu. Sadece her sey ayni anda olmasin diye bizim uydurdugumuz bir seydi.
O yokmus gibi davransak daha mi mutlu olurduk bilmiyorum.
Tek bildigim, bu aralar akrep ve yelkovanimla olan uyumsuzlugum.
Ben biraz kendimi zamana birakip dönecegim.
Ne de olsa sorun da O'ydu, çare de.

Kareli Battaniye 
@eksenkarakter  
 

21 Ocak 2013 Pazartesi

Uykuyuykuyuyku


 
Yaşamımızın üçte biri uykuda geçiyor. Faşizan deneylerimizin kurbanı zavallı fareler iki hafta kadar uykusuz bırakılınca ölüyorlar. 

Hala kimse neden bu kadar uzun uyuduğumuzu açıklayamıyor. 

Benden başka…

Biz uyurken beynimiz boş durmuyor, uyanıkken yaptığına benzer aktiviteler içinde. Rüyalarımızda konuşanların ağızlarının hiç oynamadığını fark ettiniz mi? Uyurken birtakım görüntülere senaryo uydurmaya çalışıyor, ya da bazı senaryolara görüntü arıyoruz. Ama en ilginç zaman, o uyanıklıktan uykuya ya da uykudan uyanıklığa geçiş anı. Dikkat ederseniz size ait olmayan tuhaf cümlelerin zihninizde akmaya başladığını işiteceksiniz.  O cümleleri kim fısıldıyor dersiniz kulağınıza? 

Ya hafıza sandığımız şey uyku sırasında beynimize işlenen verilerden ibaretse? Biraz Inception, biraz Dark City.

Artık DNA’da veri depolanabildiği de kanıtlandı. Bizim DNAlar her gün kendilerini yeniden yazıyor. Biz uykudayken o günün kayıtları merkeze gönderiliyor. Oradaki ana işlemciler bu verileri şimdilik yalnızca depoluyor. Zamanı gelince bütün bu veriler ayıklanacak, işe yaramaz adamlar elenecek, işe yarayanlarla yeni bir dünya kurulacak: Dijital kıyamet…

@dagkedisi




Şştt ! Uyuyorum!

Ben uyurken;

Batan güneşler/doğan aylar/ gülenler/ağlayanlar
/açlar/toklar/ canı yananlar/ keyif alanlar/ölenler/doğanlar/anlatılanlar/dinlenilenler/
hırlısı/hırsızı/ bekçisi /sarhoşu/ finaller/sınavlar/
esen rüzgarlar /yağan yağmurlar / kaçanlar/ kovalayanlar/sıkılanlar/ayrılanlar/ barışanlar/
sevişenler/savaşanlar/dövüşenler/sarılanlar/yoldakiler/evdekiler/yiyenler/içenler/bağıranlar/yutkunanlar/uyuyamayanlar/uyananlar/sıkışanlar/rahatlayanlar/
düşünenler/unutanlar/ mutlular/mutsuzlar/
bekleyenler/kavuşanlar/insanlar/hayvanlar/bitkiler
/bulutlar/denizler/okyanuslar/ateşler/yangınlar... 

Hiçbiri umrumda değil/hiçbirini duymak/görmek/bilmek/anlamak/düşünmek/hiçbirine üzülmek/sevinmek/pişman olmak/vazgeçmek/tutunmak istemiyorum.

Gerçeklere ara verdim, hepsinden kaçıyorum, bırakın peşimi rüyalarda huzur buldum, uyuyorum.

@inciRSE

21.01.2013

UYKU bilinci


İnsan, hayvan, hatta bitki… Çeşitli saatlerinde günlerin..Kimimiz geceleri, kimimiz tüm gün boyunca. Kimin biyolojik saati nasıl kurulduysa…Kiminin av saati, kiminin fotosentezi, kiminin kendi kendine kurduğu garip düzende, sabahın köründe gitmesi gereken ‘işi’…
Uyku düzenini belirler..

En derinlerdeki rüyalar çıkar saklandıkları yerden. Okyanusun dibinde ışıksız yaşayan balıkların dansı başlar, uyku en çok burada dönüşür sahneye.
Uyku ancak en derinlerde sahne olur en içten gösterilere, insan da belki en çok uykuda insan...

Her insanın dolabında bir kral veya kraliçe kostümü asılıdır, rüyalara hazırlıksız yakalanmasın diye.
En itilmiş korkular çıkar ortaya, günlük yaşam algılarından köşe bucak saklanan.
Ve binlerce yıldır, en itilmiş korkular koparır uykuyla rüyanın binlerce yıllık bağını..

Uyku tuvaldir, ressamın yolculuğunda gördüğü ve belki de gördüğünü bilmediği tüm yaşamlardan renkler kattığı rüyaların tuvali.. Tüm çocukluk özlemleri, tüm ergenlik sancıları, tüm ayrılmalar ve yeni başlangıçların özgün renklerine ev sahibi..
Uyku simyacıdır, yorgun ve bitmiş bir bedeni, topu topu birkaç saatte yeni kavgalara hazırlayan..

Uyku çağırırken gitmek istemiyorsak…Ya önümüzde kocaman belirsiz bir hayat vardır, ya AŞK başlamakta veya bitmiş , ya da ardımızda kalmış kocaman uzak bir geçmiş..

Uyku çağırırsa gitmek gerekir..Gidilmeyen her uyku, yok hanesine yazar adınızı. Ve mutlaka telafisini ister devamsızlıkların…

Herkese görevini iyi yapan bir uyku dileğiyle..

"Herhangi bir günün içinde uyku ile uyanıklık arasında bir yerde atar,
kalp o vasat ritmiyle…
Ne içindeyizdir yaşamın, ne kenarında.
*
Ya uykunun kollarında, ancak düşlerde olabilecek mutluluklarda,
ya gerçeğin savaşında, cesaret kılıcı parladığında atar,
kalp o çılgın ritmiyle…"

 

@serapisi

19 Ocak 2013 Cumartesi

Sen Uyurken

"Insanlar 'ben simdi uyumaya gidiyorum.' diyor, sanki bu normal bir seymis gibi." 

George Carlin'nin anlattigi bir hikaye 'uyandirmisti' beni, uyku denilen olayin aslinda nasil da garip bir eylem olduguna parmak basarak.
Gerçekten de bir sci-fi filmi sahnesinden kopar gibi, vakti gelince gözleri yumup, bir süreligine, kendimizi savunmasiz bir sekilde bir yere uzatip, Dünya ile tüm iliskimizi kesiyorduk... Ve isin enteresani bunu istiyerek yapiyorduk; hep az oldugundan sikayet ederek hatta.
Ve sonrasi...
Boyut degistirir gibi bambaska yerlerde geziniyor, bambaska kisilere bürünüp, sürreal baska bir gezegende yasiyorduk bir süreligine. Vucudu durdurup, beyni olabildigince serbest biraktigimiz bu eylem çok güzel olmali ki ben hiç çok uyumaktan sikayet eden birine rastlamadim henüz.
Varsa yoksa 'uyku, biraz daha uyku' diye yalvaran bakislar her yerde...
Simdi uyurken nasil göründügünüzü bir kere daha düsünün.
Sizi bilmem ama ben bu gece bu sci-fi film ortami hallerimi düsünüp gülümseyerek uyumaya gidecegim. 

Iyi uykular!
Kareli Battaniye
@eksenkarekter

Olumun mini provasi: Uyku

Hergece, helede cok yorgunsak, o asude bahar ulkesinin  kapisi olan yastiga ne buyuk sevincle basimizi koyariz. Derken goz kapaklarinin inmesiyle, sanki kepenkleri indirip artik evine gitmeye calisan esnaf gibi, madde alemiyle irtibati kesmek isteyen ruh bir bilinmezlik yurduna kosmaya baslar. Artik tum alis-veris, kavga-gurultu, dert-tasa, sevinc-nese geride birakilmis, tam teslimiyet alanina girilmistir. Burada irade ve ben ile ilgili hicligin basladigi bir karsi koyamayis, bir aidiyetlikten soz ediyoruz. O asude bahar ulkesine giris icin kimlik gostermenize gerek yoktur.

Her gece olumun kucuk bir provasina kosuyor oldugumuzu bilsek acaba o tatli sevincten eser kalir miydi yorgunlugumuzu sifirlayacak uykuya dalarken? Uyku, balonun ipinin henuz hala elimize bagli oldugu,cektiginde ruhun gerisin geri geldigi, olume bu yuzden kardes olabilecek tek sey. Olumde o ip artik coktan kesilmistir.

Uyku diyarina cekildiginizde, geride birakilan bedeniniz fonksiyonlarini tamamiyla yerine getirse de, dunyada olup bitenden bi-haber,tamiyle masum, ve hicbirseyden mesul degilsiniz. Yani hiclik diyarinda her daim gunahsizsiniz.

Ebussuud Efendi, Kanuni'nin kulagina makbul Ibrahim'inden kurtulabilmek icin bir yontem fisildar: ancak uykuya dalarsaniz onun kellesini aldirabilir ve boylelikle onu kendinizden bile koruyacaginiza dair yemininizi de bozmamis olursunuz. Bu fikrin dahiyaneligi tamamiyle gercekliginden gelir.


Sevgi ve selamlarimla
Daglarkizi


6 Ocak 2013 Pazar

Düşünme ve Düşünmeme özgürlüğü! İşte bütün mesele bu!


Düşünce özgürlüğüne sahip olmak için, önce düşünme yeteneğine ve alışkanlığına sahip bireyleri olan bir toplum gerekmektedir.
Düşünme yeteneği için, insanların muhakeme yeteneklerinin gelişmiş olması gerekmektedir.
Muhakeme yeteneğinin gelişmesi için, bireyin aile içi, okul ve kişisel eğitimlerini ve kişisel gelişimini tamamlamış olması, yeni eğitimlere de açık olması gerekir.

Ahlaklı ve erdemli olma konusunda altyapısı yetersiz bireylerin ellerinde ‘düşünce özgürlüğü’, kendilerine ve toplumlarına iyi’ye giden vizeyi vermez..
Yani: elimize özgürlük verildiğinde onunla ne yapabileceğimizi ve yapamayacağımızı bilmeliyiz..

Bu yazdıklarımda hemfikir olursak, sıra şu soruya gelebilir: kim ister böyle bir toplumu?

Düşünce özgürlüğü olan, bireysel hakların geliştiği bir toplumu kim, neden ister?

Kaynakların son derece kısıtlı olduğu ve basit öngörülerle, yakın bir gelecekte çok daha kısıtlı olacağı bu dünyada yüzyıllardır nüfusun bir bölümünü pasif tutarak ve emeğini sömürerek konforlu bir yaşama sahip ve bu konfora alışkın büyük bir insan grubu var.
Bu grubun, elindeki olanakları kaybetmemek için yıllardır uyguladığı ve yenilerini geliştirdikleri planları var.
Bu Matrix’in dışına çıkmak için sadece düşünce özgürlüğüne mi ihtiyacımız var?

Yoksa kolektif düşünce yeteneğine mi?

Özgür düşünebilmeyi başarmış her bireyin büyük bir istekle kendi toplumunun ‘ortak iyi’sinde uzlaşıp bir an önce kalan kaynakları değerlendirmekte, diğer ‘düşünen toplumların’ arasında söz sahibi olabilme mücadelesine dahil olması
ve yeni kaynaklar yaratabilme amacı etrafında birleşmesine ihtiyaç yok mudur?

Düşünce özgürlüğü mücadelesi aslında bir var olma mücadelesinin ilk adımıdır. Sonraki adımları da en az ilk adım kadar zordur.
Var olma mücadelesi, var olmayı isteyen insanlar tarafından yapılır. Tarihte birçok medeniyet -doğal felaketleri veya gözü dönmüş canilerin hedefi olanları bir kenara koyarsak- var olmak istemediği için veya var olmayı istemenin gerekliliğini kavrayamadığı için yok olup gitmiştir. Düşünmek istemeyen bir toplumu kimse var etmek için uğraşmaz..

Ve,

“Düşünce özgürlüğü olmasın” diyen bir insan, düşünce özgürlüğünü savunan bir yaşamın neresinde barınacak?

Bence hiçbir yerinde.

İronik değil mi?

@serapisi

Düşüncenin dayanılmaz hafifliği



Ancak Efendimiz onun, temizliğinden mesul olduğu ayakyolunu bizzât kendi hacetini de def etmek için ara sıra sûistimâl ettiğinden şüphelenmekteydi. Ne var ki Hakanımız’ın tasası elbette ki sadece bu değildi. Hafiye tâifesi ve sansür yoluyla kullarının akıllarını kullanmalarına kısıtlama getirdiğinden, onlar adına her şeye şimdi bizzât kendi karar vermeye mecburdu
İhsan Oktay Anar, Yedinci Gün






Düşünceye pranga vurmanın en güzel yolu insanları gözetlemek. Her şeyi gören, her şeyi bilen olmakla yetinmeyip bir de herkes adına düşünen olmak:

“Böyle şeyler okumasınlar. Bunları izlemesinler. O müziği dinlemesinler. Şunları giymesinler. Oralara gitmesinler. Listedeki kelimeleri kullanmasınlar. Yolda öyle yürümesinler ” (Yazarken bile fenalık basıyor).

Ya sürekli izlendiğini bilen insanlar ne halde? Hapisaneler şehrinin otlaklarında yayılan akıllı çiftlik hayvanları onlar. “Hadi düşünün” dense bile, hiçbir yere bağlı olmayan boş bir halkaya bağlı, iyi eğitimli filler gibi yerlerinde sayıyorlar. Fil çoktan unutmuş hortumunun işlevini. Fındık fıstığa uzanmaya yaradığını sanıyor.

Orwell’in 1984’ünde, düşünce suçu diğer bütün suçları içinde barındıran asıl suç. Ölüm cezası gerektirmiyor çünkü zaten ölüm demek. Farklı düşünen her birey savaşın barış, özgürlüğün esaret, cehaletin güç olduğuna inanana kadar sürer bu roman. Yani daha zaman var sayılır. "Zor kullanarak üstünlük sağlayan, düşmanının ancak yarısını yenmiştir" demiş, daha 1644'te basın özgürlüğünü savunan Milton. Buyrun bakalım... Diğer yarısını n'apacaksınız?

SAVAŞ ÖLÜMDÜR
ÖZGÜRLÜK KURTULUŞTUR
CEHALET KÖLELİKTİR

@dagkedisi

COGITO, ERGO SUM



Çok canlı var, çok!

Milyonlarca çeşidi, türü var. Boy boy, tip tip, rengarenk. Gagalısı, yüzgeçlisi, kanatlısı, pençelisi, yapraklısı... Dünyayı  hepsiyle paylaşıyor oluşum onlarla aramdaki  tek ortak nokta. 

Çünkü ben farklıyım, ben düşünebiliyorum. 

Herşey buradan başlıyor işte. Tek bir düşüncedir bütün düzeni değiştiren, egemen olan. 

Çünkü düşünce güçlüdür, düşünce yaratır.

Sadece ben düşüncelerimi ve davranışlarımı geliştirebiliyorum, ihtiyaçlarımı ben belirliyorum. Düşündükçe hayallerimi gerçekleştirecek kaynağı kendimde buluyorum.

Diğer bütün canlılar doğanın gücüne  karşı donanımlı geliyorlar bu dünyaya. Oysa ben savunmasız ve çıplağım. Varolmam için önce bakıma muhtacım sonra da düşünmeye mecburum.

Düşünmek zor bir şey değil, gözümde  büyütecek, beceremeyeceğimden korkacağım bir şey değil.  Daha iyi düşündüğünü varsaydığım insanlara mal edip, ağırlığından kurtulacağım bir yük değil. 

William Drummond "düşünmeyen tutucudur, düşünemeyen aptal, düşünmediğine aldırmayan ise köle.''demiş.

Düşünmeyi terk edersem mutlaka benim adıma düşünen biri çıkacak. 
Ben bunu kabul edersem düşünmeye olan ihtiyacım ortadan kalkacak.
Duygularımın bir önemi kalmayacak, İhtiyaçlarımı başkaları belirleyecek.
Hayallerime zincirler vurulacak. 
Bunca canlı arasından sıyrılıp fark yaratmamın bir anlamı kalmayacak.
Görüşüm bulanıklaşacak, konuşmayacağım, istesem de konuşamayacağım!

Düşünmemeyi, konuşmamayı bir miras gibi benden sonrakilere bırakacağım, onlar da kendinden sonra gelen kölelere...

Ben içgüdüyle programlanmış herhangi bir canlı değilim.

Ben İnsan'ım! 

Bırakın düşüneyim, bırakın ifade edeyim!



Çünkü ben düşündüğüm için varım, yoksa yoğum.


Kısa bir not:
Etimolojik incelemede eski türkçe kelime kökü "-tüş" yeni dilde "düş" anlamına geliyor.
Düşünmek "düşlerden, hayal gücünden türetilen" bir davranış. 
Günümüz "sözde modern" eğitim sisteminin hayal gücüne vermediği önemin sonuçlarını hiç düş-ündünüz mü?


@inciRSE

Hurum oyleyse dusunuyorum...

Uykunun ilik ve sakin diyarindan, bir kirpik kipirdamasi ile veda edip, gozlerimizi actigimiz ilk anda beyin gonul sahillerine dusunce bombardimanlarina da baslar. Patada patada patada...Dur arkadas yeni geldik su dunyaya, bir guzelleselim.

Efendim dusunmeden edemiyorum, planliyorum, degerlendiriyorum, eksik gedik ne varsa tek tek aklimdan geciriyorum, olanlari, olacaklari, yediklerimizi,ictiklerimizi, anilarimizi soyle bir layigi ile dusununce ancak herseyin hakkini vermis, kendimi insan gibi hissediyorum...Hissediyorsunuz, insansiniz dogru da ozgur degilsiniz, uzgunum.

Dusunerek ozgurlesildigine inanmayanlardan oldugumu anlatmaya calisiyorum tabiki. Seslendirilmeyen dusunceler zindanina, durmadan zihninizde donen ve kendinizi daha iyi hissetmenize en ufak bir katkisi olmayan dusuncelerin attigi bir gercek. Sizi ancak gonul hoslugunuz, huzurunuz ve herseyi oldugu gibi kabul etmeye hazir haliniz kurtarabilir ordan.Yani var olmak ve dusunmek arasindaki Shakespeare denklemi, belki dusunuyorum, iyi hissediyorum oyleyse varim seklinde genisletilmeliydi diyorum.

Insan huzurlu hissettiginde hurriyet kanatlarini da takiyor. Zaman, mekan, kosullar ne olursa olsun, icinde bulundugu AN'da huzurlu olabilen gercek anlamda ozgur insan tahtina oturuyor benim zihnimde. Iste o insan, aklini yerlestirdigi o yuksek tahtan bakinca hayatin sunduklarina,dusunceleri, soylemleri, durusu, amelleriyle digerlerinin arasindan yukseliyor.

Huzur ve hurriyetine sahip cikan insanin, utanmadiktan sonra, dusunceleri ne olursa olsun soylemesi sadece bir teferruattir.Buna hicbir sansur kurulu engel olamayacaktir. Ilahi duzende bile, amellerle hesaba cekilecegi, dusuncelerden dolayi cezalandirilmayacagi soylenirken, heleki o ilahi duzenin selameti adina dusunceyi hadim etmeye kalkanlarin verecegi bir hesap vardir elbet.

Sevgi ve selamlarimla...

Daglarkizi.


Gecikmiş bir ''yol ''yazısı

Yol-yola çıkmak ne heyecan vericidir bir çoğumuz için.Hele benim gibi menzile varmaktan çok yolun kendisini sevenler için.Kimilerine stres yaşatır, belki telaşlandırır,çekilmez gelir.Oysa ben yol hiç bitmesin isterim.Yalnızsam hele birde hesap günüdür kendimle-benim.Derin bir tefekkür hali, bir çeşit meditasyon hemde.Dinlendiren arındıran, yenileyen.Geçtiğim,durakladığım yerlerde bakarım etrafıma köy kasaba şehir her neyse. Seyrederim insanları.Nasıl hayatlar yaşadıklarına dair izler görürüm yüzlerinde.Şükrederim ıssız bir yerden geçerken.Kendimi orada hayal ederim.Evlerin içlerini düşünürüm penceresinden ,perdesinden.Her evin hikayesini... Acıları sevinçleri düşleri... Onlar hayat oyunlarını oynarken ben sahnenin orta yerinden geçip giden varlığı farkedilmeyen bir yabancı gibi hissederim.Onlar devam eder bana neler hissettirdiklerini hiç bilmeden..
Çok eğlenceli yol hikayelerim de vardır benim.Turist zannedildiğim de olmuştur yolda kalmışlığımda.Yanıma yoldan yoldaş almışlığım da.Karanlık bir vakitte korkuyu dizlerimde hissettiğim de.Baharda yolllarda olmak ne tadına doyulmaz bir zevktir bilirmisiniz.?Siste, karda kaldınızmı hiç? Severim yolları yolculukları. Hem içime hem dışarıyadır yolculuklarım benim.
Uzun yollara gideceğim yine yakında, uzun bir aradan sonra.Yol hikayeleri biriktireceğim yeniden.Yazarım belki bir gün buradan.
Yolunuz açık olsun dostlar.
@sufistik